Mimar sinan’ın her yönüyle mimari bir şaheser olarak günümüze ulaşan eseri süleymaniye camisi’nin hala çözülemeyen sırları, ibadete açılışının 460. yılında da keşfedilmeyi bekliyor.
Mimar sinan’ın kalfalık döneminde 7 yılda tamamladığı istanbul’daki en muhteşem eseri süleymaniye camisi, dahiyane bir yapı olarak yıllara meydan okuyor.
Tarihi eser, heybetli kapılarından içeri girildiği andan itibaren ziyaretçilerine hissettirdiği manevi huzurun yanı sıra, mimarisiyle de kendisine hayran bırakıyor.
Türkiye’nin pek çok ilindeki tarihi eserlerin restorasyonuna danışmanlık yapan ve süleymaniye camisi’nin mimarisi üzerine uzun yıllardır araştırmalar yürüten ve statiğini çözen vahit okumuş, aa ekibine caminin altındaki dehlizleri gezdirdi.
Okumuş, yıllar içinde tünellerde yapılan yanlış uygulamaların yol açtığı nemin, kanalların uç kısımlarının ve de duvar aralıklarının hava almayacak şekle dönüşmüş, birbiriyle olan bağlantılarının kapanmış olmasının ileride oluşturabileceği hasarı da anlattı.
Okumuş, süleymaniye camisi’nin zemininin, ısıtma-soğutma, havalandırma ve su kanalı olmak üzere iki ayrı katmandan oluştuğunu söyledi.
Mimar sinan’ın dehasının bu kanallarda da görülebileceğini vurgulayan okumuş, şu bilgileri verdi:
“zeminin iki metre altında yer alan tünellerin bir kısmı, tarihi eseri yazın serin, kışın sıcak tutması için yapılmış. günümüzde almanya’da enerjiden tasarruf sağlamak adına toprağın yazın serin, kışın sıcak tutma özelliğinden istifade edilmeye çalışılıyor. mimar sinan’ın ise bunu 500 yıl önce keşfetmiş.
Yaptığım araştırmalar sonucunda böyle bir sistemi mimar sinan’dan başka kullanan birini görmedim. ama şunu söyleyeyim ki sinan bunun da mutlaka bir bilimi var olduğunu bulmuştur. çünkü sinan hiçbir şeyin bilimini bulmadan yapmaz. mutlaka kanal boylarını ve genişliklerini hesap sonucu oluşturmuştur.” caminin daha derinlerindeki tünellerin, yerin kaç metre altında olduğunun henüz bilinmediğini belirten okumuş, bu tünellerin yerin altındaki kuyulara bağlı olduğunu, yağmur yağdığında da o kuyuların sularının, deşarj boruları ile tahliye edildiğini anlattı.
Okumuş, kuyuların çalışıp çalışmadığını, en derindeki dehlizlerin kapalı olup olmadığını bilmediğini dile getirdi. mimar sinan’ın eserlerinin zeminini taneli malzemeden oluşan dolgudan yaptığını aktaran okumuş, zemin dolgulu ve taneli olduğu için nem oluşmadığını ifade etti. taneli zeminler hava aldığı için kolayca kuruduğunu, yer altı suyu da kuyulara aktığı için nem oluşmadığını belirten okumuş, “o nedenle bu tarihi binanın zeminin üzerine çim ekmemeliyiz. çim, toprağın hava almasını engellemektedir.” diye konuştu.
mimar sinan’ın hiç bir zaman eserlerini toprağın içine gömmediğini ve bunun çok zekice olduğunu söyleyen okumuş, şöyle devam etti: “sinan, zeminin etrafını istinat duvarlarıyla çevirerek istediği evsafta malzemeyle taban oluşturur. içini taneli zeminle doldurarak kendi etrafında çevirir. biz yeni mühendislik sisteminde toprağı kazar, o toprağa sağlam mı diye bakarız. sinan istediği evsafta kendi zeminini hazırlar. niteliklerini belirlediği zemin neyse ona göre dolgu yapar ve zemini hazırlar. eserini onun üzerine oturtur.
binayı oluştururken yağmur sularının tahliyesini ve de binayı suların etkisinden korumak için neler yapması gerektiğine karar verir. etraftan gelen yağmur sularının binaya gelmemesi için kuyular açarak yağmur sularının buralarda toplanmasını sağlar. bu kuyuların su toplama diyagramının bir parabol olduğunu bilir.
Tüneldeki taş aralarına derz yapılması sonucu dehlizin hava almasının önlendiğini ve bu nedenle nem oluştuğunu ifade eden okumuş, “bu nem, oradaki küfeki taşlarını, temeli, dolayısıyla binayı çürütecektir. bir an önce tünellerin uçları ve derzler açılmalıdır. okumuş, mimar sinan’a, filozof olduğu için “sinan” dediğini belirterek, “filozofların bir unvanı olmaz. çünkü o sadece mimar değildir. mühendistir, akustikçidir, jeologtur, deprem bilimcisidir, barajcıdır. sinan’a, mimar sinan diyerek sadece mimarlığın içine hapsetmek kadar kötü bir şey yok. o filozof sinan’dır.” ifadelerini kullandı.